Ekonomi ve İş Dünyası

6 Ekim 2010 Çarşamba

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER KRİZDEN NE GİBİ DERSLER ÇIKARMALI?

Geçen hafta Kore hükümeti tarafından organize edilen “Gelişmekte olan ülkeler açısından finansal reform” konulu konferansta konuşma yapmak üzere Güney Kore’ye gittim. Bu konferans Kasım’da Kore’de düzenlenecek olan G-20 toplantısının hazırlıklarının bir parçasıydı. Güney Kore’nin amacı krizi gelişmekte olan ülkeler açısından incelemekti.

Aşağıda konuyla ilgili konuşmamın bazı bölümlerini bulacaksınız:

Gelişmekte olan ülkeler kendilerine mağrurca ders veren gelişmiş ülkelerin krizini izlerken “başkalarının acısından zevk duyma” dışında sizce ne gibi dersler çıkarmalı? Şu anda hepimiz kendi para birimleri üzerinden kolayca borç alabilen ülkeler de dahil olmak üzere krizin her yerde çıkabileceğini biliyoruz. Aynı zamanda hepimiz hükümetlerin ahlaki değerlere bakmaksızın kendi finansal sistemlerini kurtardığını biliyoruz. Ve hepimiz aslında öğretmen değil, finansal kırılganlık derslerini öğrenmeyi reddeden bir öğrenci olduğumuzu biliyoruz.

Ben gelişmekte olan ülkelerin şunları da dikkate alması gerektiğine inanıyorum:

Birincisi finansal krizin riskleri ülkeler gelişmeye devam ederken yok olmaz. Bu riskler her zaman onlarla kalacaktır. Sadece, politikacılar bunun farkında olurlarsa bu riskler yönetilebilir. Rahatlık en büyük tehlikedir. Her şeyden önce şunu bilmelisiniz ki bireysel olarak kurumların sistemik istikrarın sağlanmasıyla ilgisi yoktur. Patlama ve dip dönemlerinde sistemin riskini artıracak davranışlar bireysel aktörler tarafından içsellenmeyecektir.

İkincisi ülkeler finansal sektörlerinin global hırslarını yakinen takip etmelidir. Bana göre bu krizden çıkarılacak en acı ders, vergi mükelleflerinin ülkelerinin finansal kurumlarının faaliyetlerinin arkasında durmaları oldu. Bu aslında dayanılmaz bir durum. İnsanlar şunu anlayabilir. Kendi vatanlarındaki kurumlar desteklenebilir fakat yabancılara ait kurumlar hangi gerekçeyle desteklenebilir? Vergi mükellefi desteği ve globallik uyumsuzdur ve uzun süre sürdürülemez. Kurumlar ya daha milli olmayı tercih etmeli ya da kendi ayaklarının üzerinde durabilmelidir. Ulusal mükellefler tarafından desteklenen uluslararası bir finansal sistem uzun süre ayakta kalamaz.

Üçüncüsü, artık ihracata dayalı büyümenin ve cari işlemler fazlasının eski günleri gerilerde kaldı. İkinci dünya savaşından sonra gelişmekte olan ülkeler, hızlı gelişme için ABD pazarlarını kullandı. Asya krizinden sonra yabancı sermayenin burada toplanması ve Çin’in yükselişi işleri tersine çevirdi. Bu dönemde ABD tüketim artışı yavaşladı. Aynı durum batı Avrupa ve Japonya içinde geçerliydi. Bununla birlikte; gelişmiş ülkeler cari fazla vermeye başladılar. Onların fazla vermesiyle gelişmekte olan ülkeler cari açık vermeye başladılar. 2000-2010 yılları arasında geliştirilen sigorta fonu, halihazırdaki yüksek miktardaki döviz rezervlerini eskisine nazaran daha az tehlikeli yaptı. İç talepteki(özellikle cari fazla veren Çin’in) kayma büyük bir değişime yol açacaktır.

Peki global reformun öncelikleri ne olacak?

Öncelikle yeni krizler oluşturmadan; dünya ekonomisinin dengelenmesi iyi yönetilmelidir. Global parasal sistemde önemli değişiklikler gerekmektedir: Merkez bankası swap hatları üzerinden daha büyük sigorta mekanizmaları ve IMF’deki fonlara daha kolay ulaşım(SDR’ın daha yaygın kullanımı) gibi. (Aralık 2007’de Federal açık piyasa komitesi(FOMC) Avrupa merkez bankası ve İsviçre merkez bankasıyla dolar üzerinden likidite sağlamak üzere anlaşma yaptı. Swap hatları; stres zamanlarında yabancı piyasalara merkez bankaları üzerinden dolar fonlayarak ABD ve dış finansal piyasalar arasındaki likidite koşullarını geliştirmek için tasarlanmıştır.)

Bu neden bu kadar önemli? Global krizin arkasındaki sebepleri unutmayın. Asya krizinden sonra; gelişmekte olan ülkeler cari fazla vermeye başladı ve sermaye akışı tersine döndü. Bu sadece özel kararların sonucu değildi. Aynı zamanda kura müdahale, döviz rezervlerinin toplanması ve sterilizasyonun da bir sonucuydu. 1999 Ocağı ve 2008 Temmuz’u arasında, finansal krizin en kötü anından biraz önce global döviz rezervleri 1.6 trilyon dolardan 7.1 trilyon dolara yükseldi. Sonra sahiplerini krizden korumak için Mart 2009’da 6.6. trilyon dolara düştü. Haziran 2010’da rezervler 8.4 trilyon dolara yükseldi. Böylece daha yoksul ülkelerden zengin ülkelere(özellikle ABD) bir sermaye akışı oldu. Bu bir felakete yol açtı. Zengin ülkeler bu kaynakları kullanamadı. Halen de kullanamıyor.

Bu durum neyin tehlikede olduğunu anlamak açısından çok önemlidir. Yeniden dengelenme oluşmazsa eğer, büyük buhranın derinliklerinde Keynes tarafından önerilen “makroekonomik korumacılık” için bir şans doğacaktır. Makroekonomik korumacılık nedir? Bir ülkenin; yetersiz toplam talebi kendi ürünlerine kaydırma girişimidir. Döviz kurlarını aşağıya çekme girişimi bu korumacılığın bir türüdür. Fakat karşısında gümrük tarifelerini bulacaktır. Eğer ABD ekonomisi kendini toparlayamazsa; maalesef ufukta bu tür bir korumacılık görünüyor.

İkincisi finansal sistemin arıza olasılığını azaltmak için ne yapılabilir? Bunun cevabı şu: Ya finansı daha iyi kontrol etmek ya da daha fazla korkmak. Fakat sistemik olarak büyük kurumları ve onların kreditörlerini kurtardığımız için korkunun büyük bölümünü atlattık. Evet, kurban verilen Lehman’la çalışanlar önemli miktarda para kaybettiler fakat neredeyse diğer hemen hepsi yaşıyor ve çok fazla sarsılmış.

Bankacıların aldığı en büyük ders ise; diğer tüm bankerlerle beraber problemin içine düşmek oldu. Keynes 1931 yılında yayımladığı “Parasal değerlerin çöküşünün bankalar üzerindeki etkisi” kitabında “Bir banker eğer geleneksel bir şekilde mahvolduysa, hiç kimse onu suçlayamaz” der. Şüphesiz bankanız eğer büyük ve birbirine bağlıysa, kurtulmuş olabilirisiniz. Kurtarılması mümkün bu tarz kurumların iflası ahlaki bir tehlike yaratır. Çabalar, yaşamaları ve çözüm rejimleri üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bunların kriz sürecinde işleyip işlemeyeceği açık bir sorudur. Sonuçta finansal sistem üzerinde normal piyasa disiplinlerini empoze etmek mümkün olacak mı belli değil. En azından düzenlemelerle sistemin aşırılıklarını ortadan kaldırmamız mümkün mü?

Yapmamız gereken şu: Sermaye gerekliliğini çok fazla yükseltmeliyiz. Kurumların daha likit olduğundan veya merkez bankalarının kolaylıkla reeskont edebileceği varlıklara sahip olduğundan veya ticaretinin çoğunun borsalar üzerinde olduğundan emin olmalıyız. Bu finansal sistemin düğüm noktalarını ve finansal ağı daha güvenilir yapmak için iyi bir egzersizdir.

Bazıları daha radikal çözümler öneriyor. Mesela FT yazarı John Kay, kredi oluşumunda alınan depozitlerin ayrılmasıyla daha dar bir bankacılık önerdi. Bunun en önemli dezavantajı bütün kredi sisteminin bankacılık sisteminin dışında kalacak olması. ABD’nin “gölge bankacılık sistemi” olarak adlandırdığı gibi finansal çöküşe ABD hükümetinin verdiği cevap; kuvvetle muhtemel ki diğer hükümetlerin de yapacağı şeydir.

Daha radikal bir öneri ise “Sınırlı amaçlı bankacılık”. Bununla finansal kurumlar; bir nevi ortak olarak, fon tedarikçileri tarafından karşılanan riskleri paylaşacaklar. Bu da kuruluşların eğer sermaye azsa kısa dönemli risksiz işler yerine uzun dönemli riskli işleri finanse etme bahanelerini ortadan kaldıracaktır. Bu öneri Boston Üniversitesinden Larry Kotlikoff tarafından ortaya konulmuştur. Bu da çok radikal bir öneridir.

Bankaların riskli ticaretini önleyerek, ticari pozisyonlarına karşı gerekli sermayeyi yükselterek ve borçlanma için mali teşvikleri ortadan kaldırarak ekonomimizi daha güvenli yapabiliriz. Bu öneriler ticari bankacılığı yatırım bankacılığından ayırmaktan daha kolay görünüyor.

Boğulmakta olan mali sektörü düzenlemeleri sıkılaştırarak kurtarırken; düzenlemenin negatif etkilerini de dikkate almalıyız. Düzenlemeyi yapanlar bankalar üzerinde bekçi rolünü üstlenmiş durumda. Finansal sektörün bu düzenlemelerden kaçınmak için her şeyi yapacağından eminim Peki düzenleyiciler ilelebed onların başında durmayı ümit edebilirler mi? Ondan şüpheliyim.

Kısaca hepimiz yetersiz piyasa disiplinini ve düzenlemelerin kötü sonuçlarını biliyoruz. Önümüzde büyük bir sorun var: Bu krizi zorlukla atlattık. Bir sonrakinde hayatta kalabilir miyiz?

Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan

Kaynak:
“What should emerging countries take from the crisis” Martin Wolf, Financial times
“What are priorities for global reform” Martin Wolf, Financial times