Ekonomi ve İş Dünyası

12 Haziran 2012 Salı

ÇİN DE TOPLANAN FIRTINA BULUTLARI NASIL DAĞILIR?

Çin, hem daha yavaş büyüme hem de farklı model büyüme olmak üzere zor bir geçiş sürecine giriyor. Bu yılki Pekin de düzenlenen Çin Kalkınma Forumundan çıkardığım sonuç budur. Dahası ekonominin yanı sıra siyasi bir geçiş süreci de ihtimaller arasında. Her iki geçiş de komplex bir şekilde birbiriyle alakalı olacak. Komunist parti yönetiminde geçmişteki başarı, başarılı bir geleceği garanti edemez.

Bunları benim söylemem gereksiz.Wen Jiabo nun 14 Martta söylediklerini dikkate alın. " Çin deki reformlar kritik bir aşamaya geldi. Siyasi yapısal bir reform başarılmadan , ekonomik yapısal bir reform kurulamaz. Reformda ve gelişmede oluşan kazanımlarımız kaybolabilir. Çin toplumunu bölen yeni problemler temelden çözülemez ve kültür devrimi gibi tarihsel bir trajedi tekrar yaşanabilir."

Bu politik sorular büyük önem taşımaktadır. Fakat, kendi içinde sadece ekonomik geçiş te yeterince zor olacaktır. Çin, ekonomistlerin "kapsamlı büyüme" dedikleri (yüksek işgücü ve sermaye girişiyle sürdürülen) yolun sonuna gelmiştir. Artık "yoğun büyüme" denilen (beceri ve teknolojik gelişmeyle sürdürülen) sürece girmelidir.

Diğer sonuçlar arasında,önümüzdeki yıllarda , Çin in yıllık büyüme hızı, son 30 yılın ortalaması olan % 10 a nazaran keskin bir yavaşlamaya girecektir. Bu süreci zorlaştıran şey, yatırımın toplam harcamadaki yüksek oranı ve talep kaynağı olarak da yatırım harcamalarıdır. Batı Hindistan nobel ödüllü Sir Arthur Lewis in kalkınma modeli açısından, Çin işgücü fazlası veren bir ülke olmaktan artık çıkmıştır. Lewis, tarımdaki işgücü fazlasının ücretlerinin, modern sektördeki ücret tavanının düşürdüğünü iddia etti. Bunun , modern sektörü çok karlı bir hale getirdiğini, yüksek karların tekrar yatırıma dönüştüğünü, böylelikle modern sektörün dolayısıyla ekonominin büyüme hızının çok yükseldiğini belirtti. Modern sektörde yükselen işçi fiyatları tarımda işgücü kıtlığına sebep oldu. Ekonomide bir noktadan sonra karlar azalmaya başlayacak, tasarruflar ve yatırımlar düşecektir. 35 yıl önce Çin, işgücü fazlası veren bir ülkeydi.Büyüme ve kentleşme çok hızlı olduğu için, bugün artık bu durum geçerli değildir. Reformlar başladıktan sonra, Çin ekonomisi 20 kattan fazla büyüdü ve Çin nüfusunun yarısı kentli. Ayrıca Çin deki düşük doğum oranı, 2015 de çalışan nüfusun (15-64 yaş arası) maksimum noktaya ulaşacağı anlamına gelir.Çin sosyal bilimler akademisinden choi Fong'un bir makalesinde; 2004 yılında kıyı bölgelerinde meydana gelen işgücü açığı, bugün ülke genelinde yaygın hale geldi. 2011 yılında imalat sanayi, işçi alımı konusunda büyük sorunlarla karşılaştı. Artık ücretler yükselmiş ve karlar daralmıştır.

Çin Lewis'ın dönüm noktasına geldi. Sonuçlardan birisi şu: Belli bir yatırım oranında ; sermayenin işgücüne oranı hızlı bir şekilde yükselir ve hızlı bir şekilde düşer. Aslında artan sermaye yoğunluğuna dair güçlü kanıtlar Lewis ın dönüm noktasından önce ortaya çıktı. eski dünya bankası ekonomisti Lois Kevings e göre toplam verimliliğin aksine; yüksek sermaye/işgücü oranlarında işgücünün verimliliği 1978-1994 yılları arasında %45 den 1995-2009 arasında %64 e yükselmiştir.

Bu, değişmek zorundadır. Yükselen ücretler, azalan karlar, dolayısıyla daha düşük sermaye/işgücü oranı sebebiyle Çin de büyüme , toplam verimlilik faktörünün artırılmasıyla sürdürülmelidir. Gelir dağılımının bozulmasıyla, karlarda düşüş beklenmektedir.Bu durum büyümeye zarar verecektir.

Teknik ilerlemeyle sürdürülen büyümeye geçişteki zorluk, birçok ülkenin 'orta gelir tuzağına ' düşme sebebidir. Çin 2030 da yüksek gelirli bir ülke olacaktır. Ama şimdi orta gelirli bir ülkedir. Bunların üstesinden gelmek için Dünya bankası ve Devlet Konseyi kalkınma araştırmaları merkezinin ortak hazırladığı raporda öne sürülen reformlar yapılmalıdır. Bu reformlar yerel yönetimleri ve devletin işlettiği şirketleri olumsuz yönde etkileyecektir. Mr Wen'in siyasi reformların sorun olacağını düşünme nedeni budur.

Önümüzdeki yirmi yılda, Çin in büyümeyi sürdürebilmesi için, zor reformlara duyulan ihtiyaç, Çin in uzun vadeli sorunudur.Nourel Roubini nin belirttiği gibi, bunu başarmak için, sert inişin kısa dönem riskleriyle yüzleşmek gerekir. Çin hükümeti bu yıl için %7.5, önümüzdeki beş yıl içinse yıllık %7 büyüme hedefliyor. Böyle bir yavaşlama kaçınılmaz görünüyor. Büyüme yavaşlarken yüksek yatırım oranlarına duyulan ihtiyaç da azalacaktır. Ancak, derin bir resesyon olmaksızın, yatırım oranının %50 den %35 e düşmesi, tüketim harcamalarında dengeyi sağlayacak bir dalgalanmayı gerektirir. Krize verdiği tepki şu an bile yüksek yatırım harcamaları olan Çin in tüketim harcamalarında böyle bir dalgalanma yaşaması kolay değildir.

Ayrıca; Çin yatırımlarda inşaat sektörüne dayanmıştır. Son 13 yılda konut inşaat yatırımları yıllık %26 oranında artmıştır. Bu büyüme devam edemeyecektir.

Çin aslında, ekonomik büyümede farklı türlere geçişi yönetebilir. Ülke, bunu başarabilmek için büyük bir potensiyele sahiptir. Fakat yeni modele uyum zorlukları büyük olacaktır. Orta gelirli ülkeler bunda başarısız oldu. Çin in geçmişteki başarıları gözönüne alındığında; bunu iddia etmek zordur. Güven için en iyi sebep, politika yapıcıların durumun bilincinde oluşudur.


Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan

Kaynak:
How to blow away China’s gathering storm clouds” Martin Wolf, Financial times

2 Haziran 2012 Cumartesi

ÇİN'İN DIŞ DENGESİ

Çin ekonomisi değişiyor. Aslında, 2 hafta önce "Çin'de toplanan fırtına bulutları nasıl dağılır?" başlıklı yazımda iddia ettiğim üzere değişmek zorunda. İyi haber dış dengenin kurulması. Kötü haber ise bunun daha büyük iç dengesizlikler pahasına oluşu.

Çin'in ödemeler dengesi roller coaster gibi.(Son derece dalgalı). Cari fazla, 2003 ve 2007 arasında GSYH'nın %2.8'inden %10.1'ine yükseldi. 2011 yılında ise %2.9'a keskin bir şekilde düştü. Aynı dönemde ihracatın ithalata oranı önce yukarı doğru sıçradı, sonra tekrar aşağı düştü.

Muhafazakar teoriye göre, cari fazla ve cari açığın düzeyi milli tasarruf ve yatırım kararlarını yansıtır : Çin gibi tasarruf fazlası olan ülkeler sermayeyi ihraç ederler, tasarruf açığı olanlar ise sermayeyi ithal ederler. Bu sayede tasarruf fazlası olan ülkeler, bunun getirisinden faydalanırken, tasarruf açığı olanlarsa düşük maliyetle yatırımlarını finanse edebilirler. Sonuçta herkes için iyi olan bir denge ortaya çıkmaktadır. Fakir bir ülkeden zengin bir ülkeye sermaye ihracı (Çin'in yaptığı gibi) tuhaf gözükebilir. Fakat, bu görüşe göre altında yatan sebepleri sorgulamaya gerek yoktur.

30 yıldır küresel ekonomideki dalgalanmaların; 2007 de gelişmiş ülkelerdeki krizle sonuçlanmasıyla bu panglossian görüş çürümüştür. Özellikle ABD bu sermayeyle mali açıklarını ve gereksiz ev inşaatlarını finanse ederkek sermaye girişini kullanmadaki başarısızlığını kanıtlamıştır. Şüphesiz diğer sermaye ithal eden ülkeler gibi, ABD bu üzücü sonuçtan önemli ölçüden sorumludur. Fakat, aynı zamanda büyük dış açıklar talepte daraltıcı etkiye sahiptir. Talep güçlü olsaydı problem olmayacaktı. Talep zayıf olduğu için sorun daha da şiddetlenmiştir.

Bu genel noktalara ilave olarak, Çin'in cari fazlasındaki patlamayla ilgili belirli noktalar öne çıkmaktadır. Cari fazla, kısmen döviz piyasalarına müdahalenin ve döviz rezervlerindeki birikimin bir sonucudur. Rezervler, Ocak 2011'de 170 milyar dolarken geçen yılın sonunda 3.2 trilyon dolara yükselmiştir. Politikadaki bir araç bu müdahalelerin parasal sonuçlarını sterilize etmektir. Bütün bunlar merkantalist politikalardır.

Ayrıca, eğer bir ülke yatırım patlaması yaşarsa ve güçlü bir dış pozisyonu varsa tüketim baskılanmalı ve tasarruf teşvik edilmelidir. Olay şudur : 2000 yılında özel tüketim GSYİH'nın %46 sından 2007 yılında %36 sına düşmüştür. Kamu ve Özel tüketim toplamda GSYH nın %62 sinden %49 una düşmüştür. Brüt tasarruf ise %38 den %51 e atlamıştır. Bu tasarrufların önemli bir kısmıyla yurtdışında yatırım yapıldı.(Yüksek maliyetli, düşük getirili varlıklara) Her kadın, erkek ve çocuk için Çin'in dış rezervleri 2300 dolardır. Yani GSYH nın %40 ı kadar.

Sonuçta dış fazlada bir düşüş hem dünyanın geri kalanı hem de Çin'in çıkarına olmuştur. Sonuçlar bizi ne kadar tatmin etmeli? Cevap: çok fazla değil. Birincisi cari fazlanın GSYH ya oranında bir azalma bile dünyanın geri kalanındaki üretime göre artış anlamına gelebilir. 2008 yılında Çin in cari fazlası 412 milyar dolardı.(ya da gsyh nın %9.1 i). 2011 yılında yaklaşık yarısına(201 milyar dolara ) düştü. Fakat GSYH ya oranı %2.9 oldu. Oranın aynı kaldığını (%2.9) düşünelim; 2016 yılında ; GSYH nın her yıl %15 büyümesi durumunda cari fazla 400 milyar dolara yükselecektir. Bu, makul bir orandır.Çünkü muhtemelen Çin in reel döviz kuru değerlenecektir.

İkincisi, dış fazla yatırımın gsyh daki oranını yükseltiyordu. 2007 ila 2010 arasında yatırımın GSYH daki oranı %7 arttı. 2007 den itibaren her yıl reel sabit yatırım GSYH dan daha hızlı büyüdü. Ekonomik işbirliği ve kalkınma örgütü Çin'de şu noktaya değindi:' Şimdiye kadar iç talebin ayarlanması ; bütçe dışı finanse edilen güçlü altyapı yatırımlarını yansıtmaktadır.' Başkan , Wen Jiabo Çin in gelişimini dengesiz, sürdürülemez ve yönetilemez olarak tanımladı. Maalesef, dış fazlayı elimine etme işlemi iç dengesizliği şiddetlendirerek olağanüstü yüksek yatırıma sebebiyet verdi.

Varsayalım ki Çin önümüzdeki 10 yıl içinde ; hala yüksek bir oran olan senelik %7 oranında büyüdü. Stoklarda dahil olmak üzere yatırım oranı %50 den %40 a(hala yüksek bir oran) düştü.(daha düşük büyüme için daha düşük yatırım gereklidir.) Aynı zamanda dış fazlanın GSYH nın %3 ü oranında kaldığını varsayalım. Beklenen %7 büyüme hızına ulaşmak için tüketim harcamalarının yıllık %9 oranında, yatırım harcamalarının ise yıllık %4.6 oranında artması gerekir. Bu, şaşırtıcı bir dönüş olur. Gelir dağılımında büyük bir değişiklik yapmaksızın(hane halkı lehinde) mümkün olamaz. Bu durum finansal sistemde, yönetimde hatta ülkenin iktidar yapısında bile kapsamlı reformları gerektirmektedir. ilaveten şöyle bir risk de mevcuttur: Bu reformlar, tüketim harcamalarına eklediğinden daha fazlasını yatırım harcamalarından azaltabilir. Bu da çok sert bir iniş olur.

Çin yüksek cari ve ticaret fazlasını ortadan kaldırma noktasında beklediğimden daha iyi bir iş çıkardı. Cari fazlanın başlıca sebebi, reel döviz kurundaki değerlenmenin tetiklediği yatırımlardaki aşırı büyümedir. Bu durumda krizden öncekinden bile daha büyük bir ayarlama gerekebilir. Ekonomik büyüme yavaşlarken, dış fazlanın GSYH ya oranı sabit kalırsa; tüketim ve yatırımın nisbi oranlarında büyük bir dönüşüm şarttır. Açıkca söylemek gerekirse son 15 yılki dinamik büyüme tersine dönmelidir Bu uygulanabir mi ? Belki. Fakat yatırıma nispeten tüketimde büyük bir genişleme gerektirir. Ekonomi büyümeye devam ederken bu gerçekleşecek mi? Kimse bilmiyor.


Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan

Kaynak:
“Two cheers for China’s rebalancing” Martin Wolf, Financial times



 

6 Ekim 2010 Çarşamba

GELİŞMEKTE OLAN ÜLKELER KRİZDEN NE GİBİ DERSLER ÇIKARMALI?

Geçen hafta Kore hükümeti tarafından organize edilen “Gelişmekte olan ülkeler açısından finansal reform” konulu konferansta konuşma yapmak üzere Güney Kore’ye gittim. Bu konferans Kasım’da Kore’de düzenlenecek olan G-20 toplantısının hazırlıklarının bir parçasıydı. Güney Kore’nin amacı krizi gelişmekte olan ülkeler açısından incelemekti.

Aşağıda konuyla ilgili konuşmamın bazı bölümlerini bulacaksınız:

Gelişmekte olan ülkeler kendilerine mağrurca ders veren gelişmiş ülkelerin krizini izlerken “başkalarının acısından zevk duyma” dışında sizce ne gibi dersler çıkarmalı? Şu anda hepimiz kendi para birimleri üzerinden kolayca borç alabilen ülkeler de dahil olmak üzere krizin her yerde çıkabileceğini biliyoruz. Aynı zamanda hepimiz hükümetlerin ahlaki değerlere bakmaksızın kendi finansal sistemlerini kurtardığını biliyoruz. Ve hepimiz aslında öğretmen değil, finansal kırılganlık derslerini öğrenmeyi reddeden bir öğrenci olduğumuzu biliyoruz.

Ben gelişmekte olan ülkelerin şunları da dikkate alması gerektiğine inanıyorum:

Birincisi finansal krizin riskleri ülkeler gelişmeye devam ederken yok olmaz. Bu riskler her zaman onlarla kalacaktır. Sadece, politikacılar bunun farkında olurlarsa bu riskler yönetilebilir. Rahatlık en büyük tehlikedir. Her şeyden önce şunu bilmelisiniz ki bireysel olarak kurumların sistemik istikrarın sağlanmasıyla ilgisi yoktur. Patlama ve dip dönemlerinde sistemin riskini artıracak davranışlar bireysel aktörler tarafından içsellenmeyecektir.

İkincisi ülkeler finansal sektörlerinin global hırslarını yakinen takip etmelidir. Bana göre bu krizden çıkarılacak en acı ders, vergi mükelleflerinin ülkelerinin finansal kurumlarının faaliyetlerinin arkasında durmaları oldu. Bu aslında dayanılmaz bir durum. İnsanlar şunu anlayabilir. Kendi vatanlarındaki kurumlar desteklenebilir fakat yabancılara ait kurumlar hangi gerekçeyle desteklenebilir? Vergi mükellefi desteği ve globallik uyumsuzdur ve uzun süre sürdürülemez. Kurumlar ya daha milli olmayı tercih etmeli ya da kendi ayaklarının üzerinde durabilmelidir. Ulusal mükellefler tarafından desteklenen uluslararası bir finansal sistem uzun süre ayakta kalamaz.

Üçüncüsü, artık ihracata dayalı büyümenin ve cari işlemler fazlasının eski günleri gerilerde kaldı. İkinci dünya savaşından sonra gelişmekte olan ülkeler, hızlı gelişme için ABD pazarlarını kullandı. Asya krizinden sonra yabancı sermayenin burada toplanması ve Çin’in yükselişi işleri tersine çevirdi. Bu dönemde ABD tüketim artışı yavaşladı. Aynı durum batı Avrupa ve Japonya içinde geçerliydi. Bununla birlikte; gelişmiş ülkeler cari fazla vermeye başladılar. Onların fazla vermesiyle gelişmekte olan ülkeler cari açık vermeye başladılar. 2000-2010 yılları arasında geliştirilen sigorta fonu, halihazırdaki yüksek miktardaki döviz rezervlerini eskisine nazaran daha az tehlikeli yaptı. İç talepteki(özellikle cari fazla veren Çin’in) kayma büyük bir değişime yol açacaktır.

Peki global reformun öncelikleri ne olacak?

Öncelikle yeni krizler oluşturmadan; dünya ekonomisinin dengelenmesi iyi yönetilmelidir. Global parasal sistemde önemli değişiklikler gerekmektedir: Merkez bankası swap hatları üzerinden daha büyük sigorta mekanizmaları ve IMF’deki fonlara daha kolay ulaşım(SDR’ın daha yaygın kullanımı) gibi. (Aralık 2007’de Federal açık piyasa komitesi(FOMC) Avrupa merkez bankası ve İsviçre merkez bankasıyla dolar üzerinden likidite sağlamak üzere anlaşma yaptı. Swap hatları; stres zamanlarında yabancı piyasalara merkez bankaları üzerinden dolar fonlayarak ABD ve dış finansal piyasalar arasındaki likidite koşullarını geliştirmek için tasarlanmıştır.)

Bu neden bu kadar önemli? Global krizin arkasındaki sebepleri unutmayın. Asya krizinden sonra; gelişmekte olan ülkeler cari fazla vermeye başladı ve sermaye akışı tersine döndü. Bu sadece özel kararların sonucu değildi. Aynı zamanda kura müdahale, döviz rezervlerinin toplanması ve sterilizasyonun da bir sonucuydu. 1999 Ocağı ve 2008 Temmuz’u arasında, finansal krizin en kötü anından biraz önce global döviz rezervleri 1.6 trilyon dolardan 7.1 trilyon dolara yükseldi. Sonra sahiplerini krizden korumak için Mart 2009’da 6.6. trilyon dolara düştü. Haziran 2010’da rezervler 8.4 trilyon dolara yükseldi. Böylece daha yoksul ülkelerden zengin ülkelere(özellikle ABD) bir sermaye akışı oldu. Bu bir felakete yol açtı. Zengin ülkeler bu kaynakları kullanamadı. Halen de kullanamıyor.

Bu durum neyin tehlikede olduğunu anlamak açısından çok önemlidir. Yeniden dengelenme oluşmazsa eğer, büyük buhranın derinliklerinde Keynes tarafından önerilen “makroekonomik korumacılık” için bir şans doğacaktır. Makroekonomik korumacılık nedir? Bir ülkenin; yetersiz toplam talebi kendi ürünlerine kaydırma girişimidir. Döviz kurlarını aşağıya çekme girişimi bu korumacılığın bir türüdür. Fakat karşısında gümrük tarifelerini bulacaktır. Eğer ABD ekonomisi kendini toparlayamazsa; maalesef ufukta bu tür bir korumacılık görünüyor.

İkincisi finansal sistemin arıza olasılığını azaltmak için ne yapılabilir? Bunun cevabı şu: Ya finansı daha iyi kontrol etmek ya da daha fazla korkmak. Fakat sistemik olarak büyük kurumları ve onların kreditörlerini kurtardığımız için korkunun büyük bölümünü atlattık. Evet, kurban verilen Lehman’la çalışanlar önemli miktarda para kaybettiler fakat neredeyse diğer hemen hepsi yaşıyor ve çok fazla sarsılmış.

Bankacıların aldığı en büyük ders ise; diğer tüm bankerlerle beraber problemin içine düşmek oldu. Keynes 1931 yılında yayımladığı “Parasal değerlerin çöküşünün bankalar üzerindeki etkisi” kitabında “Bir banker eğer geleneksel bir şekilde mahvolduysa, hiç kimse onu suçlayamaz” der. Şüphesiz bankanız eğer büyük ve birbirine bağlıysa, kurtulmuş olabilirisiniz. Kurtarılması mümkün bu tarz kurumların iflası ahlaki bir tehlike yaratır. Çabalar, yaşamaları ve çözüm rejimleri üzerinde yoğunlaşmalıdır. Bunların kriz sürecinde işleyip işlemeyeceği açık bir sorudur. Sonuçta finansal sistem üzerinde normal piyasa disiplinlerini empoze etmek mümkün olacak mı belli değil. En azından düzenlemelerle sistemin aşırılıklarını ortadan kaldırmamız mümkün mü?

Yapmamız gereken şu: Sermaye gerekliliğini çok fazla yükseltmeliyiz. Kurumların daha likit olduğundan veya merkez bankalarının kolaylıkla reeskont edebileceği varlıklara sahip olduğundan veya ticaretinin çoğunun borsalar üzerinde olduğundan emin olmalıyız. Bu finansal sistemin düğüm noktalarını ve finansal ağı daha güvenilir yapmak için iyi bir egzersizdir.

Bazıları daha radikal çözümler öneriyor. Mesela FT yazarı John Kay, kredi oluşumunda alınan depozitlerin ayrılmasıyla daha dar bir bankacılık önerdi. Bunun en önemli dezavantajı bütün kredi sisteminin bankacılık sisteminin dışında kalacak olması. ABD’nin “gölge bankacılık sistemi” olarak adlandırdığı gibi finansal çöküşe ABD hükümetinin verdiği cevap; kuvvetle muhtemel ki diğer hükümetlerin de yapacağı şeydir.

Daha radikal bir öneri ise “Sınırlı amaçlı bankacılık”. Bununla finansal kurumlar; bir nevi ortak olarak, fon tedarikçileri tarafından karşılanan riskleri paylaşacaklar. Bu da kuruluşların eğer sermaye azsa kısa dönemli risksiz işler yerine uzun dönemli riskli işleri finanse etme bahanelerini ortadan kaldıracaktır. Bu öneri Boston Üniversitesinden Larry Kotlikoff tarafından ortaya konulmuştur. Bu da çok radikal bir öneridir.

Bankaların riskli ticaretini önleyerek, ticari pozisyonlarına karşı gerekli sermayeyi yükselterek ve borçlanma için mali teşvikleri ortadan kaldırarak ekonomimizi daha güvenli yapabiliriz. Bu öneriler ticari bankacılığı yatırım bankacılığından ayırmaktan daha kolay görünüyor.

Boğulmakta olan mali sektörü düzenlemeleri sıkılaştırarak kurtarırken; düzenlemenin negatif etkilerini de dikkate almalıyız. Düzenlemeyi yapanlar bankalar üzerinde bekçi rolünü üstlenmiş durumda. Finansal sektörün bu düzenlemelerden kaçınmak için her şeyi yapacağından eminim Peki düzenleyiciler ilelebed onların başında durmayı ümit edebilirler mi? Ondan şüpheliyim.

Kısaca hepimiz yetersiz piyasa disiplinini ve düzenlemelerin kötü sonuçlarını biliyoruz. Önümüzde büyük bir sorun var: Bu krizi zorlukla atlattık. Bir sonrakinde hayatta kalabilir miyiz?

Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan

Kaynak:
“What should emerging countries take from the crisis” Martin Wolf, Financial times
“What are priorities for global reform” Martin Wolf, Financial times

24 Eylül 2010 Cuma

AB BANKALARINA UYGULANAN STRES TESTLERİNE ELEŞTİREL BİR YAKLAŞIM

Eğer AB’nin bankaların dayanıklılığını test etmede kullandığı yöntemi, arabaların ya da çocukların oyuncaklarının güvenliğini test etmede kullansaydınız; yolunuz hapishanede son bulabilirdi.

Nasıl mı? Çok basit. Çünkü test mekanizması sonuçları düzeltmek için ayarlandı. Bütün bunların amacı, zaten yeniden yapılandırılması gereken tüm bankalarken sadece başarısız olanların yeniden yapılandırılmasını sağlamak oldu.

Aynı zamanda sözde akıllıca bir fikir olarak; dış dünyaya bankacılık sisteminin geri kalan kısmının sağlam olduğunu göstermekti. Bu aptalca testin amacı aslında hiç öyle olmadığı halde AB’nin problemi çözüyor görünmesiydi.

Bu testlerle ilgili üç temel problem var ve her biri diğerlerini geçersiz kılıyor. Bunlardan birincisi ve en önemsiz olanı şu ki: Testle finansal sağlığı tam olarak belli olmayan birtakım önemli kuruluşların kapsam dışı bırakılmasıdır. Bunlardan biri KfW’dir. Bir Alman devlet kurumu olan KfW yasal olarak banka değildir fakat banka gibi görevleri vardır. Mesela birçok toksik varlığı biriktirmek gibi. (Toksik varlık bir çeşit kredidir. Krediyi kullanan krediyi geri ödeyememektedir. Kredilendirilen ve ipotekli varlık aşırı değer kaybetmiştir. Dolayısıyla satılarak kredi riski ortadan kaldırılamamaktadır. Likiditesini kaybetmiştir)

İkinci problem; ana sermayenin bankaların toplam varlıklarına oranının tanımıdır. Bu tanımla ilgili temel problem , bize asıl bilmemiz gereken şeyi anlatmamasıdır. Sermaye oranlarıyla ilgilenmemizin sebebi bazı yasal zorunluluklar karşısında yetersiz kalmak değildir. Ana sebep dışsal bir şok karşısında sigortalanmaktır.

Ana sermaye, özsermaye,dağıtılmamış karlar ve hibrit borçlanma senetlerini içerir. Mesela devlet bankanın sahibi olmasa da Almanya ve İspanya’dan gelen hükümet desteği hibrit araçlar olarak gözükür.

Hibrit sermaye özsermayenin birtakım özelliklerine sahip olmakla birlikte tahvilin özelliklerini de gösterir. (Garantili bir ödeme akışı içermesi yönünden). Şimdi sorumuz şu: Çekirdek sermayenin risk emici unsurlarıyla ilgilenirken, sistem stres altında nasıl çalışacak?

Yukarda ana sermayeyi (tier 1 capital) şöyle tanımlamıştık:

Ana sermaye=Öz sermaye+dağıtılmamış karlar+hibrit borçlanma senetleri

Ana sermayenin bu şekilde tanımı Alman bankalarının testi geçmelerinin ana sebebi olmuştur. Daha dar bir tanımlamayla ana sermayeyi sadece öz sermaye+dağıtılmamış karlar olarak tanımlasaydık; eminim ki sonuçlar çok farklı olacaktı.

Üçüncü problem ise en ağır olanıdır ve tüm testin güvenilirliliğini sarsar: Ülkelerin borçlarını geri ödememe durumu dikkate alınmamıştır.

Bankalar; tahvillerin önemli bir bölümünü bankalar hesabında tutarlar.(Vadesi gelene kadar ellerinde tutmak istediklerini) Ve ufak bir bölümünü da alım-satım hesaplarında tutarlar. Stres testleri, sadece alım-satım hesaplarında yer alan tahvillerin değerindeki kayıplarla ilgilendi. Bununla birlikte Yunan tahvilleri (Geri ödenmemesi düşük bir olasılık olsa da.) her iki hesabı da etkileyebilir.

Kuşkusuz stres testleri mutlak kötüye değil de makul bir kötü durum senaryosuna dayanmalıdır. Kimse banka denetçilerinden yabancı saldırı etkisini test etmesini isteyemez. Fakat Yunanistan’ın borçlarını geri ödeyememe durumu zorlama bir senaryo değildir. Stres testini yapanlar için bu durumun göz ardı edilmesi bir sorumsuzluktur. Bu durum; yaklaşan bir araç olasılığını, araba kazası testinde dikkate almamaya benzer.

Cuma akşam ki toplantıda, Avrupa bankacılık denetleme Kurumundan(CEBS) yetkililer garip bir açıklama yaptılar: Olumsuz senaryo olasılığını %5 olarak hesapladılar. Şüphelendiğim gibi bu tahmin, normal dağılımın birtakım varyantlarına dayanıyorsa; %5 barajı Yunanistan’ın kısmi borç ödememesini içermeli.

Varsayılan olasılıklar kuşkusuz karmaşıktır. Kolay fakat kirli bir yöntem şudur: Güvenli sayılan bazı varlıkların yayılımının karekökünü almaktır. Eğer Yunanistan’ın dağılımı 900 baz puansa , bu durum %30 geri ödememenin %30 şansı olduğunu gösterir. Eğer gerçekten stres senaryolarının olma olasılığının %5 olduğunu kabul ediyorsanız, mevcut piyasa fiyatlarında Yunan hükümetinin borç ödememe olasılığını göz ardı edemezsiniz.

Stres testleri; Eylül 2008’de patlak veren finansal krizden beri , belirgin bir yol takip etmiştir. AB’nin finansal sektöre yaklaşımı problemi çözmek yerine yama yapmaya yöneliktir. Ciddi olmayan sermaye yapılandırma planları, artı likidite yük, vs. gibi.

Durumu en ağır olan İspanya bu durumun bir istisnasıdır. Madrd’de bankacılık problemlerini çözmek için stres testleri taahhüd altındadır. Diğer yerlerde maalesef aynı durum sözkonusu değildir. Problemin çözümü için bir strateji geliştirmeden, stres testleri bir anlam ifade etmemektedir.

Kaynak:
A test cynically calibrated to fix the result , by Wolfgang Münchau, Financial Times

Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan

24 Mart 2010 Çarşamba

ÇİN NEDEN HIZLA BÜYÜYOR

Bütün üretilen varlıkların devlet kontrolünde olduğu 1978’lerde, Çin hükümeti büyük bir ekonomik reform programı başlattı. Uyuyan bir devi uyandırma gayretiyle; kırsal ve özel işletmelerin oluşumunu, dış ticaret ve yatırımı liberalleştirmeyi, fiyatlar üzerindeki devlet kontrolünü gevşetmeyi ve işgücünün eğitimini teşvik etti. Stratejileri mükemmel çalıştı.

1978 öncesi Çin, bazı can sıkıcı iniş çıkışlara rağmen yıllık ortalama %6 büyüyordu. 1978 sonrası, çok az iniş çıkışlarla, ortalama yıllık %9’dan daha fazla büyümeyi yakaladı. Hatta bazı yıllarda %13’den fazla büyüdü. Son 15 yılda kişi başı gelir yaklaşık 4 katına çıktı. Bazı analistler 20 yıl içinde Çin ekonomisinin ABD’den bile daha büyük olacağını öngörüyor. Bu büyüme Asya kaplanları olarak bilinen Hong Kong, Kore, Singapur ve Çin’in bir eyaleti olan Tayvan’ın bile grup olarak son 15 yıldaki ortalama %7-8’lik büyüme hızını geçmiştir.

Çin’in bu büyümeyi nasıl başardığını merak eden IMF araştırma ekibi, bu büyümenin ardındaki nedenleri incelediğinde şaşırtıcı bir sürprizle karşılaştı. Sermaye birikimi (yani yeni fabrikalar, imalat makineleri, haberleşme sistemleri gibi sermaye varlıklarındaki büyüme) önemli olmasına rağmen Çinli işçilerin verimliliğindeki keskin, sürekli artış ekonomik patlamanın arkasındaki itici güç oldu.1979-94 arasında, Çin’deki büyümenin %42’ den fazlası verimlilikten kaynaklanıyordu. 1990’ların başında verimlilik; büyümenin en önemli kaynağı olan sermayenin yerini aldı. Bu durum sermaye yatırımının gelişmeye öncülük ettiği görüşünün değişmesine yol açtı. Verimlilikteki bu sıçrama 1978 yılında başlayan ekonomik reformlardan kaynaklanmaktadır.

BÜYÜMENİN ÖLÇÜLMESİ

Çin üzerinde çalışan ekonomistler, fiyatları bozan ve kaynakların yanlış tahsisine neden olan; ülkede yıllardır süregelen merkezi planlamadan ve birçok piyasa üzerinde hükümetin sıkı kontrolünden kaynaklanan teorik ve ampirik problemlerle karşı karşıya kaldılar. Ayrıca Çin’in ulusal muhasebe sistemi, batı ülkelerinkinden farklı olduğu için Çin ekonomisi üzerinde uluslar arası karşılaştırılabilir veri elde etme zorluğu vardı. Sonuç olarak; Çin’in ekonomik büyümesini gösteren rakamlar bir analistin kararına bağlı olarak değişebiliyordu.

Ekonomistler, ekonomik büyümeyi modellemek(açıklamak) için çok çeşitli yollara sahip olsalar da en genel yaklaşım, neoklasik çerçevedir. Bu, hasılayı üreten, sermaye ve işgücü gibi üretim faktörlerinin ne oranda bir araya geldiğini açıklar ve analitik basitlik sağlar. Her ne kadar bu model, yaygın olarak serbest piyasa ekonomilerinde uygulansa da komuta ekonomilerinin analizinde de kullanılabilir. İlk adımda Çin ekonomisine ve verimlere bakmak uygun olacaktır. Bununla beraber, bu modelin Çin bağlamında bazı sınırlamaları vardır.

Yeni IMF araştırması için orijinal veriler, Devlet İstatistik kurumu ve diğer devlet kuruluşlarından geldi. Maalesef, Çin’in Gayri Safi Milli Hasılasını oluşturan veriler, 1978’den itibaren tutulmuştu. Bu tarihten önce Çin merkezi planlamacıları; içinde GSMH yı oluşturan birçok bölümün bulunmadığı, Gayri Safi Sosyal Hasıla denilen bir kavramla çalıştı. Neyse ki Çin aynı zamanda GSMH ve GSSH arasında bir yerlerde olan Milli Gelir denilen veri dizinini de 1952-1993 yılları arasında derlemişti. Milli Gelir istatistiklerine, dolaylı vergilerin ayarlanması dahil olmak üzere birtakım ayarlamalar yaptıktan sonra, bu veriler Çin’in ekonomik büyümesinin sebeplerini analiz etmek için kullanılabilirdi.
BİR SÜRPRİZ

Ekonomik kalkınma üzerindeki daha önceki araştırmalar, ekonomik büyümede en önemli rolün sermaye yatırımı olduğunu ileri sürmüştü. Aslında Çin’in son yıllardaki büyümesinin önemli bir bölümü, ülkeyi daha üretken yapan sermaye yatırımlarına atfedilebilir. Diğer bir deyişle; yeni makineler, daha iyi teknoloji ve altyapıya daha fazla yatırım hasılanın yükselmesine yardımcı olmuştur.

Bununla beraber, sermaye stoğu 1979-94 yılları arasında yılda yaklaşık %7 artmasına rağmen, sermaye-hasıla oranı neredeyse aynı kalmıştır. Diğer bir deyişle yüksek miktarda sermaye harcamalarına rağmen, bir birim sermaye başına üretilen mal ve hizmet miktarı aynı kaldı. Bu durum sermayenin büyüme üzerinde sınırlı bir rolü olduğunu düşündürmektedir. İşgücü faktörü (ki bu Çin için bol bir kaynak) aynı zamanda ekonomideki ağırlığını kaybetti.
Dolayısıyla, 1978 öncesi büyümenin %65’i sermaye, %17’si işgücü faktöründen kaynaklanmakteyken, 1978 sonrası her iki faktör toplamda büyümenin %58’ini oluşturdu. Geri kalan büyümeyi ise verimlilik oluşturdu.

Asya’daki bu yeni ekonomik mucizeyi gerçekleştiren unsurun yüksek verimlilik olduğu ortaya çıkıyor. Çin’de verimlilik 1979-94 yılları arasında yılda %3.9 artmış. Bu oran 1953-78 yılları arasında sadece %1.1. 1990’ların başlarında, hasıla büyümesinde verimliliğin oranı %50’yi aşmıştır. Bununla beraber sermayenin büyümeye katkısı %33’ün altına inmiştir. Verimlilikteki bu yüksek artış dikkate değerdir.(1960-89 yılları arsında ABD’de verimlilik artış hızı ortalama %0.4’dür). Verimliliğin itici güç olduğu büyümelerin sürekli olma olasılığı yüksektir. 1978 öncesi ve sonrası analizler; Çin tarafından yapılan piyasa yönelimli reformların, verimlilik patlamasında kritik rol oynadığını göstermektedir.

Reformlarla kırsal kolektif şirketlere(yani devletin sahip olduğu fakat piyasa ilkelerine göre yönetilen kuruluşlar), aile çiftliklerine, küçük özel işletmelere, yabancı yatırımcılara ve tüccarlara kar teşvikleri vermek suretiyle ekonomik verimlilik artırıldı.

Ayrıca birçok şirkete devlet yetkilileri tarafından yapılan sürekli müdahaleler kaldırıldı. Sonuç olarak, 1978-1992 yılları arasında devlete ait olan şirketlerin milli hasıladaki payı %56’dan %40’a düştü. Kırsal kolektif şirketlerin payı ise %42’den %50’ye çıktı. Özel işletmeler ve ortak girişimlerin payı ise %2’den %10’a yükseldi. Kar teşvikleri; özel sermaye piyasasında pozitif etki yaptı. Karlarını artırmak isteyen fabrika sahipleri ve küçük üreticiler, gelirlerin önemli bir bölümünü iş geliştirmeye ayırdılar.

Çin’in verimlilik performansı dikkat çekici. Bir karşılaştırma olarak; 1966-91 yılları arasında Asya kaplanlarının verimlilik artışı %2 civarındaydı. Çin’in %4’lük büyümesi ise onu ayrı bir kategoriye koyar.

NEDEN VERİMLİLİK PATLAMASI?

Aslında hala kapsamlı bir hükümet kontrolü altında bulunan bir ekonomide; verimliliği artırmak için Çin’in ekonomik reformları nasıl işledi? Kırsal sektörün önemli bir kesiminde hikaye oldukça ilginç.

1978 reformlarından önce , 5 Çin’li işçiden 4’ü tarımda çalışıyordu. 1994’lerde ise 2 işçiden 1’i. Reformlar kırsal kesimde mülkiyet haklarını genişletti. Bu da kırsal alanlarda küçük tarımdışı işletmelerin kurulma yarışını hızlandırdı. Ayrılmalar ve tarım ürünlerinin fiyatının yükselmesi aynı zamanda daha üretken aile çiftliklerine ve işgücünün verimli kullanılmasına öncülük etti. Bütün bu sebepler, birçok işçiyi tarım dışına itti. Köy işletmelerinin hızla büyümesi, on milyonlarca insanı geleneksel tarımdan yüksek katma değerli üretime çekti.

Ayrıca 1978 reformları kurumsal yöneticilere daha fazla özerklik vermiştir. Kendi üretim hedeflerini belirlemekte, kendi ürünlerini özel piyasalarda rekabetçi fiyatlarla satmada, iyi işçilere ikramiye verip kötülerini işten çıkarmada ve firmanın kazançlarının bir bölümünü gelecekteki gelecekteki yatırımlar için elde tutmak konusunda serbest kalmışlardır. Reformlar aynı zamanda, üretimin özel mülkiyeti konusunda daha fazla imkan sağlamıştır. Böylelikle bu özel işletmeler iş oluşturmuş, tüketicilerin daha fazla istediği ürünleri üretmiş, dış ticaret yoluyla önemli miktarda döviz kazanmış, devlete vergilerini ödemiş, milli ekonomiye daha önce olmadığı şekilde esneklik vermiştir.

Yabancı yatırımı davet eden Çin’in açık kapı politikası ekonomik dönüşüme güç eklemiştir. 1978 öncesi neredeyse önemsiz olan kümülatif doğrudan yabancı yatırım 1994 yılında 100 milyar dolara ulaşmıştır. Toplam sabit yatırımın %1’inden az olan yıllık yabancı sermaye girişi 1994’de %18’e ulaşmıştır. Bu yabancı para fabrikaları inşa etti, işleri oluşturdu, Çin’i uluslar arası pazarlara bağladı ve önemli teknoloji transferleri yaptı. Bu eğilimler, yabancı yatırımcıların hoşlandığı vergi avantajlarının bulunduğu bir düzineden fazla sahil bölgesinde açıkca görülmektedir.

İlaveten, ekonomik liberalleşme ihracatı artırdı.(1981-94 yılları arasında yılda %19 yükseldi). Yerel endüstrilerde, güçlü ihracat artışı; verimlilik artışının yakıtı gibi görünüyor.

Son olarak Çin ihtiyatlı bir şekilde vergi reformu yaptı. Tüketici malları ve tarım ürünleri üreticilerine diğerlerine nazaran çok daha fazla özerklik sağlandı. Son yirmi yılda çeşitli enflasyon nöbetleri; hükümeti tam ölçekli fiyat liberalleşmesinden caydırarak Çin ekonomisine darbe vurdu.Yüksek büyüme oranları da enflasyonist endişeleri yükseltti. Çin’in büyümesinin en önemli tehdidi enflasyon olabilir.

DERİNLEMESİNE BAKIŞ

Herhangi bir ulusal ekonomi gibi, Çin de bir araştırmacının hesaba katması gereken kendine has birtakım özelliklere sahiptir.

Öncelikle, birçok araştırmacı 1978 öncesi ekonomik güçlenmeyi engelleyen bir faktör olarak, 78 öncesi Çin’de olan periyodik siyasi krizleri göstermiştir. Bu yorumcular, Çin’de siyasi iklimin değişken olduğunu, bu sebepten 78 öncesi ve sonrası ekonomik resmin karşılaştırılamayacağını savunuyorlar.Bu değerlendirmeye Büyük atılım ve kültür devrimini kapsayan 1958-1970 dönemi dahil edilmemiştir. Bu dönemde verimlilik %1.1’den %1.6’ya çok az artmıştır.

İkinci olarak; Çin merkezi planlamacıları 1953-78 döneminde, sanayi sektöründe yatırımları ağırlıklı olarak kentlerde yapmışlar ve köylerden kentlere göçü sınırlamışlardır. 1978 sonrası bu politikanın terk edilmesi bile ekonominin performansının artmasını açıklayabilir. Büyümenin itici gücü bu sektörel değişimler mi yoksa verimlilik mi olmuştur? Tabi ki bu sektörel değişimler önemlidir fakat bu, reformlarla ilişkili yükselen verimliliğin önemini ortadan kaldırmaz.

Üçüncü olarak, bazı yorumcular; ekonomide verimlilik büyümesinin bir kez vurulan adrenalin gibi sürdürülebilir olmadığını ileri sürer. Aslında verimlilik artışı 1979-94marasında durağan seyretmiş,90-94 arasında biraz artmış. Eğer reform sonrası dönem 3 bölüme ayrılırsa(her bir altdönem farklı reformlarla ilişkilendirilmiş şekilde), her alt dönemde oldukça büyük bir verimlilik artışı vardır. Bu durum, Çin’lilerin ilk verimlilik artışını ekonominin diğer bölümlerine başarıyla taşıdıklarını gösterir.

Son olarak da; ölçüm problemlerini irdeleyebilirsiniz. Özellikle; acaba sermaye stok verileri doğru şekilde hesaplanmış mıdır yoksa veri girişiyle ilgili ölçüm hataları var mıdır? Sermaye stoğunun ölçümüyle ilgili olarak; Çin milli gelir istatistikleri konut değerini içermediği için ve 1978-94 arasında yeni konut harcamaları arttığı için, yatırım rakamlarının bu duruma göre ayarlanması gerekmektedir. Bu yapıldığında 78 öncesi verimlilik büyüme tahminleri ve reform sonrası mütevazi verimlilik artış hızı arasında bir fark olmadığı görülür. İlk sermaye stoğuna fazla değer biçilmesi bulguları saptırmış olabilir mi? Verileri tekrar analiz etmede, sermaye stoğuna dair daha muhafazakar tahminler kullanıldı fakat bulguları çürütmek için güçlü bir kanıt bulunamadı. 78 öncesi verimlilik artışı negatif olsa bile, reform sonrası verimlilik oranı etkilenmez.

Sermaye stok verisiyle ilgili diğer bir önemli problem de; Çin’deki varlık anketlerinin; ulusal hesaplardaki yatırım verisiyle tutarlı sermaye stok tahmini üretememesidir. Bu istatistiki farkı gidermede önemli zorluklar vardır. Bu çalışmanın analitik bulguları, verileri farklı bir şekilde hesaplayan ekonomistlerin bulgularıyla karşılaştırıldı. Üretim tarafında, çalışmalar görünürde farklıydı fakat özde değildi. Bir bütün olarak farklı sermaye stok hesaplamaları yapılmış olsa bile, eldeki kanıtlar 1978 sonrası büyümenin en önemli kaynağının verimlilik artışı olduğunu doğrulamıştır.

Diğer verilerle ilgili olarak, reform öncesi döneme nazaran reform sonrası dönemdeki büyümenin abartılma ihtimali üzerine bir çalışma yapıldı. Böyle bir problem olabilirdi çünkü merkezi planlı ekonomilerde hasılanın abartılması ve fiyatların tahmin edilememe ihtimali vardır. İşletme yöneticileri, hükümet tarafından belirlenen üretim hedeflerine ulaşma çabasıyla hasılayı abartma eğiliminde olabilirler. Fakat daha az devlet kontrolüyle karşı karşıya kalan yöneticilerin reform döneminde böyle davranma eğilimi muhtemelen düşmüş olmalıdır. Sonuç olarak, 78 sonrası performansın önceki dönemlere göre abartılı olma ihtimali düşüktür.

Deflatörün düşük olması sapmanın ciddi bir kaynağı olabilir. Fiyat reformunun parçalı karakteri(yani bazı sektörlerin liberalleşmesi, bazılarının liberalleşmemesi) 1978 sonrası dönem için uygun bir deflatör seçiminin zorlaşmasına yol açmıştır. Bununla beraber bastırılmış enflasyon yaygın olduğu için (kıtlıklar, karaborsa ticaret,kuyruklar) merkezi planlama döneminde de deflatörün düşük olma durumu görülmüş olabilir. Sonuç olarak, ölçme sorunu, gerçek olmasına rağmen; 78 sonrası büyük verimlilik artışı ile ilgili temel sonucu değiştirmez.

SONUÇ

Çin’in deneyiminden diğer gelişmekte olan ülkeler için dersler çıkarılabilir. En önemlisi, sermaye yatırımı, gelişme için önemli olmasına rağmen kırsal işletmelere ve küçük özel işletmelere kar teşvikleri sağlayan piyasa yönelimli reformlarla birleştiğinde daha etkin olmaktadır. Bu kombinasyonun açığa çıkardığı verimlilik performansı, toplam büyüme için itici bir güç olmuştur. Nüfusunun büyük bir bölümü tarımda çalışan ülkeler için Çin örneği öğretici olabilir. Kentsel sanayi sektörüne odaklanarak değil de kırsal işletmelerin büyümesini teşvik ederek; bir kent krizine sebebiyet vermeden milyonlarca işçiyi başarıyla çiftliklerden fabrikalara taşımışlardır. Son olarak; Çin’in açık kapı politikası doğrudan yabancı yatırımı çekerek daha fazla iş yaratmış ve Çin ekonomisini uluslar arası pazarlara bağlamıştır.

1998 piyasa yönelimli reformlarıyla teşvik edilen güçlü verimlilik artışı, Çin’in eşi görülmemiş ekonomik performansının en önemli nedenidir. Çin’in ekonomik değişkenlerinin ölçülmesiyle ilgili önemli engeller olmasına rağmen; bu bulgulara çeşitli sağlamlık testlerinden sonra ulaşılmıştır. Bu durum diğer gelişmekte olan ülkelere; verimliliğin potansiyel rolü üzerinde gelecekteki araştırmalar içim mükemmel bir sıçrama noktası sunmaktadır.

Kaynak:
http://www.imf.org/EXTERNAL/PUBS/FT/ISSUES8/INDEX.HTM
Why is China growing so fast?
Zuliu Hu, Mohsin Khan

Çeviren:
Gülçin Durak Gündoğan